Klinik Psikolog Dr. Esra Gül Koçyiğit, aşkın insan ruhu üzerindeki derin etkilerinin altını çizerek, “Sadakati artıran iki önemli hormon vardır; oksitosin ve vazopresin” ifadelerini kullandı. Aşk, insanlık tarihinin derinliklerine inen ve kimi zaman mutluluk, kimi zaman karmaşık duygular yaratan bir deneyim. Felsefe tarihi boyunca önemli bir yer tutan aşk, Platon tarafından “en tehlikeli ruh hastalığı” olarak tanımlanmıştır. Altınbaş Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde görevli olan Dr. Koçyiğit, 14 Şubat Sevgililer Günü kapsamında yaptığı açıklamada, “Gerçek aşk, bireyin kendini geliştirmesine ve duygusal olarak olgunlaşmasına yardımcı olan bir süreçtir” dedi. Ayrıca, sağlıklı bir ilişkide güven, sevgi, bağlılık ve bireysel özgürlük dengesinin gözetilmesi gerektiğini vurguladı. Dr. Koçyiğit, aşkın insanların biyolojik ve duygusal açılardan önemli bir bağlantıya sahip olduğunu belirtti. “Aşk, hem sanatın hem de edebiyatın tarih boyunca en çok işlenen konularından biridir” dedi.
Dr. Koçyiğit, “Aşk, beyindeki hormonları etkileyen hem duygusal hem de biyolojik bir deneyimdir. Aşık olan bireylerde dopamin seviyesi yükselirken, serotonin seviyeleri dalgalanma gösterir. Bu durum, heyecan ve enerji artışı olarak kendini gösterir” açıklamasında bulundu. Oksitosinin, sevgi ve bağlılık duygularını besleyen bir hormon olduğuna dikkat çeken Koçyiğit, “Bu hormonun salınımı, partnerler arasındaki fiziksel temas ile desteklenir ve ilişkinin güçlenmesine katkı sağlar” dedi. Vazopresinin de bağlılığı artıran bir diğer hormon olduğunu belirten Dr. Koçyiğit, bu hormonların sadakat üzerinde önemli bir rol oynadığını ifade etti.
Uzun süreli ilişkilerin güçlü temeller gerektirdiğini söyleyen Koçyiğit, karşılıklı güven ve saygıya vurgu yaptı. “Partnerler, birbirlerinin bireysel alanlarına saygı göstermeli. Duygusal süreçlerin farkında olmak, sağlıklı ilişkilerin kurulmasında kritiktir” ifadelerini kullandı.
Dr. Koçyiğit, “Gerçek aşk ile bağımlılık arasındaki sınırın anlaşılması oldukça önemlidir” diyerek, sağlıklı bir ilişki için karşılıklı saygının elzem olduğunu dile getirdi. Ancak, bazı durumlarda aşkın takıntıya dönüşebileceği ve bunun ciddi sorunlar yaratabileceği belirtildi. Takıntılı aşklarda serotonin seviyesinin düştüğünü, bunun kaygı ve kontrol ihtiyacı doğurduğunu vurguladı.
Aynı zamanda obsesif aşkın bazı belirtilerine de dikkat çeken Koçyiğit, “Partnerden ayrılma korkusu, sürekli kontak kurma ihtiyacı; bunlar sağlıksız bir ilişkinin göstergeleri olabilir” dedi. Bu durumların zaman içerisinde bireye ve ilişkiye zarar verebileceğini ifade etti. “Eğer birey, takıntılı bir aşk içinde olduğunu fark ederse, bir uzman yardımı alması faydalı olur” şeklinde uyarılarını sürdürdü. Son olarak, gerçek aşkın özgürleştirici ve geliştirici bir duygu olduğunu belirten Dr. Koçyiğit, sağlıklı bir ilişkinin temelinde karşılıklı güven ve bireysel alanların korunmasının yatması gerektiğini belirtti. “Takıntı boyutuna ulaşan duygular, sağlıklı bir ilişkiyi değil, psikolojik bağımlılığı işaret eder” diyerek sözlerini tamamladı.